Tutuksuz Yargılanma Hakkı: Anayasal Temeller, Yargı Uygulamaları ve Siyasi Kimlik Taşıyan Bireyler Açısından Değerlendirme
- avasilhanhamdioglu
- 15 Tem
- 3 dakikada okunur
Giriş
Bu çalışma, Türkiye’de bireylerin—özellikle de siyasi kimlik taşıyan kişilerin—ceza muhakemesi sürecinde tutuksuz yargılanma haklarını, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay kararları çerçevesinde kapsamlı biçimde incelemektedir. Tutuksuz yargılanma, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının (Anayasa m.19) bir yansımasıdır; aynı zamanda masumiyet karinesi (Anayasa m.38) ve adil yargılanma hakkı (Anayasa m.36) ile doğrudan bağlantılıdır. Makale; bu hakkın yasal temellerini, yargı uygulamalarındaki görünümünü ve karşılaşılan sorunları değerlendirerek bütüncül bir tablo ortaya koymayı amaçlamaktadır.
1. Tutuklamanın İstisnai Niteliği ve Yasal Gerekçeleri
Tutuklama, bir ceza değil; istisnai bir koruma tedbiridir. Anayasa Mahkemesi’nin 26.02.2020 tarihli Selçuk Özkan kararında da açıkça belirtildiği üzere:
“Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçma, delil karartma veya benzeri zorunlu nedenlerle, kanunda öngörülen hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilir.”
Bu ifade, tutuklamanın keyfî uygulamalara karşı anayasal güvence altında olduğunu ortaya koymaktadır. Aynı kararda, yalnızca idari bir işlem olan görevden uzaklaştırmanın “kuvvetli suç şüphesi” açısından yeterli olamayacağı, ayrıca tutuklama kararlarının somut olgulara dayandırılması gerektiği vurgulanmıştır.
Bununla birlikte, uygulamada bazı suç türlerine (örneğin katalog suçlar) ilişkin kararlar, bu ilkenin esnetildiğini göstermektedir. Örneğin BAM-Samsun 2019/1192 sayılı kararı ve AYM’nin 16.04.2015 tarihli Yüksel Bozkurt kararında, suçun niteliği ve delil durumu tutukluluğun devamına gerekçe yapılmıştır. Bu durum, tutuklamanın istisnai niteliğinin uygulamada zayıflayabildiğini göstermektedir.
2. Masumiyet Karinesi ve Lekelenmeme Hakkı
Masumiyet karinesi yalnızca mahkûmiyet kararlarıyla sınırlı değildir; soruşturma ve kovuşturma süreçlerinde bireyin suçlu gibi damgalanmasını önlemeyi amaçlar. AYM’nin 02.07.2020 tarihli Hüseyin Sezer kararında bu ilişki açıkça ortaya konmuştur:
“Masumiyet karinesine saygı gösterilmesindeki kamu yararı, bazı durumlarda fiili işleyenin disiplin yönünden yaptırımsız kalmasını bile haklılaştıracak derecede önemlidir.”
Ayrıca 11.02.2021 tarihli Yıldırım Güvenç kararında, yargılaması süren bir kişi hakkında kamu otoritesince “FETÖ mensubu” denilmesinin masumiyet karinesini ihlal ettiği belirtilmiştir. Bu kararlar, tutuksuz yargılanmanın yalnızca fiziki özgürlük değil; bireyin itibar ve lekelenmeme hakkını da koruduğunu göstermektedir.
3. Adil Yargılanma ve Usuli Güvencelerle İlişkisi
Tutuksuz yargılanma hakkı, adil yargılanma hakkının ayrılmaz bir parçasıdır. Süreçteki diğer usuli güvencelerle birlikte anlam kazanır:
Hakimin Tarafsızlığı: Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin 2022/9004 sayılı dosyasındaki karşı oyda, soruşturma aşamasında tutuklama kararı veren hakimin kovuşturma aşamasında görev yapmasının tarafsızlık ilkesini zedelediği belirtilmiş, AİHS m.6 kapsamında bu durum eleştirilmiştir.
Savunma Hakkı: Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 2023/641 sayılı kararında, sanığın müdafi talepleri ve dosyaya erişim hakkı yerine getirilmeden yapılan yargılamanın savunma hakkını ihlal ettiği ve bu nedenle hükmün bozulduğu vurgulanmıştır.
Hukuka Aykırı Delil: Yargıtay 16. Ceza Dairesi 2015/2578 sayılı kararında, işkence altında alınan beyanların mahkûmiyet için kullanılması karşı oyla eleştirilmiştir. Bu, delilin hukuka uygunluğunun yargılamanın meşruiyeti açısından hayati olduğunu gösterir.
4. Siyasiler ve Milletvekillerine Tanınan Anayasal Güvenceler
Siyasi kimlik taşıyan bireyler de genel yargı ilkelerine tabi olmakla birlikte, Anayasa bu kişiler için özel güvenceler öngörmektedir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 2020/269 sayılı kararında, milletvekili seçilen bir sanığın yargılamasının Anayasa m.83/2 gereğince durdurulması gerektiği değerlendirilmiştir:
“Seçimden önce veya sonra suç işlediği ileri sürülen milletvekili, Meclis kararı olmadıkça yargılanamaz.”
Bu hüküm, yasama dokunulmazlığı yoluyla siyasi kişilerin görevlerini baskı altında kalmadan yerine getirmelerini sağlamayı amaçlamaktadır. Ancak bu koruma mutlak değildir ve TBMM kararıyla kaldırılabilir.
5. Yargı Teorisi ile Uygulama Arasındaki Gerilim ve Eleştiriler
Anayasa Mahkemesi kararlarında yer alan muhalefet şerhleri, yargı içerisindeki farklı perspektifleri yansıtmakta ve uygulamadaki sorunlara dikkat çekmektedir.
Örneğin AYM’nin 28.05.2019 tarihli Metin Güneş kararında, çoğunluk FETÖ/PDY üyeliği suçlaması bağlamında tutukluluğun devamını “ilgili ve yeterli” gerekçelerle haklı bulurken; karşı oyda, başvurucunun dört yılı aşkın süredir yeni bir delil olmaksızın tutuklu kalmasının kişi özgürlüğüne ciddi bir müdahale olduğu vurgulanmıştır.
Benzer şekilde, 16.06.2016 tarihli AYM kararında, tutukluluğun devamı kararlarında kişiye özgü gerekçeler sunulmaması, “matbu” ifadelerle yetinilmesi eleştirilmiştir. Bu durum, mahkemelerin bireyselleştirilmiş değerlendirme yapma konusundaki yetersizliğini gündeme getirmektedir.
Sonuç ve Değerlendirme
Türkiye’de tutuksuz yargılanma hakkı, Anayasa ve ilgili mevzuatla güçlü bir şekilde teminat altına alınmıştır. Tutuklama, yalnızca zorunlu ve istisnai durumlarda başvurulabilecek bir önlemdir. Masumiyet karinesi ve adil yargılanma ilkesi, bu hakkın hem fiziksel özgürlük hem de lekelenmeme yönleriyle korunmasını gerekli kılmaktadır.
Ancak uygulamada, özellikle siyasi davalarda ve organize suçlamalarda bu ilkelere yeterince riayet edilmediği görülmektedir. Mahkemeler tarafından tutukluluğun devamına ilişkin gerekçelerin genellikle yüzeysel ve soyut kalması, yargı bağımsızlığı vetarafsızlığı konusunda endişelere yol açmaktadır. AYM içindeki görüş ayrılıkları da bu konudaki hukuki ve etik gerilimi açıkça yansıtmaktadır.Sonuç olarak, suçluluğu ispatlanana kadar her bireyin—özellikle kamusal sorumluluk taşıyanların—özgürlüklerinden mahrum bırakılmadan yargılanması, hukuk devleti ilkesinin vazgeçilmez bir gereğidir.




